Evler de ölür...
Gidenin ruhu huzur bulsun diye ne kadar çabuk, o kadar iyi denir. Öğlen namazına yetişmezse ikindi namazının ardından buluşuruz toprakla…
Bilmiyoruz giden huzurlu mu uyuyacak, huzursuz mu uyuyacak. Biz hep iyi dileklerle uğurlarız, rahmetle, huzurla uyusun deriz.
Peki ya geride kalan evimiz…
Huzurlu mudur evlerimiz, yıllara tanıklık eden eşyalarımız…
Babam gittiğinde soğuk bir bahar günüydü. Papatyalar gülümsüyordu. Baharın sonu güzeldir. Sıcak günler bekler bizi. Umuttur bahar…
Annem gittiğinde soğuk bir sonbahar günüydü. Ağaçlar, sararmaya başlayan yapraklarıyla usul usul vedalaşıyordu… Sonbaharın sonu üşümektir. Soğuk günler bekler bizi. Umutsuzluktur son bahar…
Babamdan sonra daha çok ziyaret ettiğimiz “baba evi”nde, kapıyı her çaldığımızda bizi sevinçle karşılayan annemiz vardı…
Umuttu annemiz…
Babamın on beş yıl önce gidişiyle eksilen evde dokunduğu her şeyin bir ruhu vardı. Annem yaşatıyordu o ruhu…
Tıraş köpüğü, kolonyası, diş macunu, tarağı, tuzluğu hepsini bir köşede toplamıştı…
Evin her köşesinden bize bakan babamız vardı…
Şimdilerde, annemizin altmış beş yıllık evini boşaltmaya çalışıyoruz…
Gidenin en çok iki vakit ezanıyla çabucak gittiği gibi çabuk olmuyor, olamıyor…
Ağır bir üzüntü ve yorgunlukla ilerliyor süreç…
Darmadağın olmuş eşyalarla birlikte dağılıyoruz biz de…
İstiyoruz ki, her şey doğru yere gitsin. Biz savrulsak da savurmayalım hiçbir şeyi.
Özellikle kitaplar… Adına imzalanmış, birbirinden kıymetli, sayısını tahmin bile edemediğimiz onca kitap ve aldığı ödüller tek tek geçiyor elimizden…
Her köşede bir anı selam veriyor. Verilen selam alınmaz mı hiç?
Açılmamış çekmecelerden çıkan notlar, mektuplar, tamamlanmamış şiirler, anneme yazdıkları…
Yedi yaşımdaydım. Güçlükle uzanarak, aynanın kenarına yapıştırdığım çiçekli bebek çıkartması aslında hep oradaydı… Eve girip çıkarken göz göze geldiğimizde gülümsüyordum. Hiç acımıyordu canım. Oysa şimdi…
Dün yediğimiz yemeği bile unutmuşken, karşımıza çıkan bir tabakla elli yıl önce o gün, o tabakta yediğimiz yemeğin kokusunu duyuyoruz…
Her şeye tanık olan yılların eşyaları da duyuyor bizi…
Hiç bakılmayan albümlerdeki insanlara bakarken, ne olacak bunca fotoğraf derken…
Kimler oturacak o koltuklara, kim yatacak o yatakta… Masanın yeni konukları nasıl ağırlanacaklar? Her sabah aynı yüze günaydın diyen ayna kimi görecek bundan böyle…
Dahası, alışık oldukları gibi korunup kollanacak ve nazik davranılacaklar mı?
Öyle tedirginler ki…
Onlar yavaş yavaş ölüyor…
Gidenin gittiği yer belli. Onların gideceği yer belli değil…
Annem; “İnsanlar ölüp gidiyor, eşyalar yaşıyor. Bir bez parçası kadar bile yaşanmıyor bazen,” derdi hep…
Şimdi bakıyorum da o bez parçalarına ve eşyalara… Geride kalan her ne varsa inan bana onlar da yaşamıyorlar sizden sonra annem…
Üşüyoruz!
Sizin için vuslat, bizim için veda vakti…
Not: Babamızın kitapları bundan böyle Ruşen Hakkı Anısına açılan, Şiir ve Edebiyat Evi’nin konukları olacaklar.
Yeni evlerinde en iyi şekilde ağırlanacaklarından hiç kuşkumuz yok.
- Toplam 2 yorum

Lâle tığ 11:47 - 09 Mart 2025
Yine harika bir yazı bizleri de içine aldı.Tebrikler ve teşekkürlerle.

Meltem Çömlekçioğlu 10:04 - 09 Mart 2025
Çok duygulandım , aynen yazdığınız gibi bizde büyüklerimizin kaybıyla aynı duyguları yaşamışız okuyunca düşündüm . Kaleminize yüreğinize sağlık . Teşekkürler
YAZARIN DİĞER YAZILARI
- Kindarlık 19 Şubat 2025 Çarşamba
- Günlere düşen acılar 07 Şubat 2025 Cuma
- Virüsler ve aşklar 17 Ocak 2025 Cuma
- Kısa bir öyküdür hayat 31 Aralık 2024 Salı
- Çocukerkil aileler 18 Aralık 2024 Çarşamba
- Beklemek 29 Kasım 2024 Cuma
- Adımlar gözler karıncalar 18 Kasım 2024 Pazartesi
- Güz mevsiminde çay bahçesinde... 05 Kasım 2024 Salı
- Boş koltuk 21 Ekim 2024 Pazartesi
- Hastaneler 29 Eylül 2024 Pazar